Yenidoğan Bilim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Ahmet Yağmur Baş, doğuştan gelen bazı hastalıkların erken tanı ve müdahale imkanını sağlayan topuk kanı testinin ihmal edilmesinin, bebekler için büyük bir tehdit oluşturduğunu ifade etti.
Türkiye’de, Sağlık Bakanlığı’nın liderliğinde 1987 yılından bu yana uygulanan Yenidoğan Tarama Programı, bebeklerde belirli kalıtsal hastalıkların mümkün olan en erken aşamada tanınmasını ve tedavi edilmesini amaçlıyor.
Bu programa dahil olarak 6 farklı genetik hastalığın taraması yapılıyor. Bunlar arasında kalıcı beyin hasarı ve zeka geriliğine neden olabilen fenilketonüri (FKU), zihinsel yetersizlikle ilişkili konjenital hipotiroidi (KHT), işitme kaybı ve nörolojik sorunlar ile bağlantılı biyotinidaz eksikliği (BE), akciğerler ve sindirim sistemini etkileyen kistik fibrozis (KF), hormonal bozukluklar içeren konjenital adrenal hiperplazi (KAH) ve ilerleyici kas hastalığı olan spinal musküler atrofi (SMA) yer alıyor.
Özel filtre kağıtlarına alınan birkaç damla topuk kanı örneği, bebeklerin bu hastalıklara erken tanı koyularak, ölüm, kalıcı sakatlık, zeka geriliği ve beyin hasarı risklerinin minimize edilmesini sağlıyor.
Prof. Dr. Ahmet Yağmur Baş, son zamanlarda bazı ailelerde topuk kanı testi ve aşı reddine dair değerlendirmelerde bulundu.
Prof. Dr. Baş, “Bebeğin topuğundan alınan kanla olası hastalıkların erken tanısı konulması sayesinde, çocuğun hayatı önemli ölçüde değişebilir” diyerek, uygulamanın doğuştan gelen bazı hastalıkların erken tanısını ve müdahaleyi çok daha olası kıldığını belirtti.
Baş, “Topuk kanı, ileride kalıcı hastalıkların ya da tedavi edilemeyen engelliliklerin önüne geçen kritik bir uygulamadır. Hem K vitamini uygulaması hem de topuk kanı, gelecekteki ölüm ve ağır engellilik durumlarını engellemektedir” şeklinde konuştu.
Topuk kanı testinin asla reddedilmemesi gerektiğini vurgulayan Prof. Dr. Baş, “Bir aile tarafından topuk kanının ihmal edilmesi, bebeklerine karşı yapılabilecek en büyük kötülük olacaktır. Bir kişinin bile bu testi reddetmesi uygun değildir. Etrafımızda duyduğumuz bazı ‘şehir efsaneleri’, verilen kanın ileride çeşitli şekillerde bebeklerin aleyhine kullanılabileceği yönünde kaygılara yol açabiliyor. Bu tür söylentiler, medya ve sosyal medya aracılığıyla yayılıyor. Bu konuda devlet politikalarının geliştirilmesi elzemdir” dedi.
“AŞI ORANLARI DÜŞERSE YOK OLMUŞ HASTALIKLAR HORTLAYABİLİR”
Ailelerin bebekleri için aşı karşıtlığında bulunduğuna değinen Baş, “Bazı hastalıkların yeniden karşımıza çıkmaması için aşılamaların düzenli yapılması gerekmektedir. Türkiye’de çocuk felci vakalarına rastlanmazken, düzenli aşılamalar sayesinde bu hastalık kontrol altında tutuluyor. Aşılar, toplum sağlığını korumak açısından büyük önem taşır. Aşı oranlarının düşmesi durumunda, geçmişte ortadan kaldırılmış hastalıklar yeniden yayılabilir. Bu da hepimizin sağlığını tehdit eder” ifadelerini kullandı.
Ayrıca ailelerin çocuklarının sağlıklı bir yaşam sürmeleri için bu tür uygulamaların gerekliliğini doğru anlamaları ve tavsiye edilen yöntemlere güvenmeleri gerektiğini vurguladı.
“AŞI REDDİ, YENIDOĞANDA KANAYAN YARAMIZ”
Türk Neonatoloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Esin Koç, yenidoğanlardaki aşı karşıtlığı ile ilgili yaptığı açıklamada, Covid-19 döneminde aşıyla ilgili gelişmelerin, bazı bireylerin aşıdan uzak durmasına neden olduğunu aktardı.
Koç, “Aşı reddi, yenidoğanda önemli bir sorun haline geldi. Covid-19 sonrası hızlı bir şekilde aşı geliştirildi ve bu süreçte yayılan yanlış bilgiler, bazı bireylerde aşıya karşı bir mesafe oluşturdu. Anne sütü ve aşı, bebeğin sağlığı için en etkili unsurlar arasında yer alıyor. Aşı karşıtlığı artarsa, sağlanan ilerlemeler tehlikeye girebilir. Tetanustan kaynaklı bebek ölümlerini düşündüğümüzde, bunun ne denli önemli olduğunu anlayabiliriz. Devletin bu sağlık hizmetini ücretsiz sunması da önemli bir avantajdır. Farkındalık yaratmak adına Sağlık Bakanlığı, dernekler ve hekimler yoğun bir şekilde çalışmaktadır” dedi.